28 Aralık 2018 Cuma

"KUŞLAR İÇİN BİR HAMLE, İNSANLAR İÇİN KELİME KURTULUŞ OLABİLİR. "


"KUŞLAR İÇİN BİR HAMLE, İNSANLAR İÇİN KELİME KURTULUŞ OLABİLİR. "
Cumhuriyet şiirinin en özgün seslerinden Cahit Zarifoğlu; şiir, günlük-anı, deneme, roman, tiyatro, radyo oyunu ve röportaj eserleri yanında çocuklar için hem şiir hem de çağdaş masal yazmıştır.
Zarifoğlu, çağdaş masal dediğim bu eserlerinden biri ve belki de en güzeli olan "Serçekuş"ta bir filozof kuşu konuşturup onun ağzından tabiat,  hayvan ve avcılık düşüncesini ortaya koyuyor. Aslında merhamet ve iyilik verilmek istenen diğer önemli izlekleri oluşturuyor.
Şair elinden çıkmış bir çağdaş masal özelliği gösteren eser, dili noktasında belki çocukların ilk başta anlamakta zorlanacakları bir eser gibi duruyor ve fakat onlarda muhakkak Türkçe zevki oluşturduğu muhakkak.
Şair dili demişken eserde geçen bazı kullanımlar bunu ciddi manada ortaya koyuyor.
"Sakın güneş de kendisi gibi akıl yürütebilen, dünyayı ve belki başka toprakları da kanatlarının arasında besleyip duran büyük bir kuş olmasın." (s. 44)
"Biliyor ki çocukları, ana babası da olsa hep yalnız yaşanıyor, hep yalnız uyunuyor. Yan yana uyunsa bile kimse bir başkasının uykusunu bölüşemiyor. Kimse bir başkasının uykusunu uyuyamıyor. Herkesin kendine ait bir uykusu var. Onu uyumazsa bir başkası onu uyuyamaz veya alıp götüremez. Uyunmamış bir uyku zaten uyku değil. Hiç olmadı. Ancak uyununca bir uyku, uyku olabiliyor. "(s. 46)
Zarifoğlu aynı zamanda bu eser aracılığıyla bazı değerlere de yer veriyor. Bilhassa İslami anlayışın gür sesli bir şairi olması bu mistik üslubu benimsemesinde en önemli etken. Eserin giriş kısmında yer alan: "Bugün tabiat ne kadar güzel. Kuşkusuz her gün böyle bu. Ama güzelliği görmek her zaman mümkün değil. Bakmasını bilmek gerek. Acılara, hastalığa ve yorgunluğa rağmen bakılabilir... Bakmasını bilmek için yapılacaklar neler olabilir: Düşünelim  ki bazıları şöyle yapıyor. Güzelliği görmek için ona biraz yaklaşıyorlar. Ortalık henüz yavaş yavaş aydınlanırken uykuyu bırakıyorlar. Güneşin doğmasına henüz bir saat kadar var. Uyanıyorlar ve bununla birlikte, karanlığa rağmen görüyorlar ki gök açılıyor ve oradan Allah'ın yolladıkları bölük bölük yeryüzüne iniyor. Bunu görebilmek için kim bilir kaç yıl onların uykularının üzerine güneş doğmadı...
Güzellik uykuyu bırakıp bakınca görülebilir. Aksi halde baş tarafı dinlenmemiş bir masal gibi güzelliği anlamak da zor... "
Allah’ın takdiriilahisini görüp de tabiatı böylece yorumlayan inançlı bir yazar Zarifoğlu. Bakmak ve idrak etmek yaşamanın ve dahi inanmanın en temel şartıdır onun için. Tabiatın usta bir sanatkar tarafından inşa edildiğini dolayısıyla her şeyde o sanatkarı gördüğümüzü tasavvufi bakışla ifade eder. Ona göre güneş bir kuştur ve her yeri kanatlarının altında taşıyıp besler.
Şair az ve öz konuşandır. Nitekim şiir ancak böyle vücuda gelir, biliriz. Çünkü şiir gevezeliği kaldıramaz. Kartal motifinden hareketle eserde az ve öz konuşmak izleği üzerinde de durulur.
Tabiatı işleyen insanların "okumasını bilenler için toprağa yazılar doku[duğunu]" söyleyen yazar; tabiatı çok gerçekçi ve şairane bir bakışla tasvir eder. " Gölün yüzü uyuyan bir çocuğun yüzü kadar durgun." cümlesi ne demek istediğimin sadece güzel bir örneği. Aynı zamanda insan sadece tabiatı somut manada ekip biçmekle değiştirmiyor. Bazen "İnsan köpeğin de tabiatını değiştirdi.  Onlara kanlarında var olmayan bir davranış belletti."
Serçekuş'un avcı ile karşılaşmasından sonra  anlatıcının sözünü diyaloğa bırakması üzerine yeni fikirlerler ortaya atar "filozof Serçekuş". "Demek ki dedi gerçek olmasa bile cesaret, ölümü korkulacak olmaktan çıkarıyor... Demek ki  biri adına yetki söz konusu. Kim olabilir o, O. O'na O'na O'ndan. Her şeye hükmeden biri..."
Eserin belki de avcılık olayı ile ilgili en can alıcı noktası da yine" Serçekuş"un ağzından veriliyor okura: " Yoksa kuşların avcısı insan, insanların avcısı Azrail mi?.. Demek ki insanların yakası Azrail'in elinde." Bu cümleden olarak bu eser için ifade ettiğim çağdaş masal ifadesinin yanında eserin temelinde Dede Korkut Hikayeleri'ndeki Deli Dumrul karakterinden izler de vardır.
Merhamet ve tabii ki karşılıksız kalmayan iyilik... Büyük küçük demeden her canlının aslında çok rahat bir şekilde yapabileceği bir şeydir iyilik. İşte bunun örneğini "Serçekuş" gösterdi. Şimdi sıra tabiatı en çok koruması gereken canlı olan insanda...
Vahdettin Oktay BEYAZLI

26 Aralık 2018 Çarşamba

RİLKESİZ BİR "AKŞAM" YALNIZLIĞI


RİLKESİZ BİR "AKŞAM" YALNIZLIĞI

Duino Ağıtları ve Orpheus'a Soneler gibi önemli şiir kitaplarıyla tanıdığımız Ranier Maria Rilke, Uzak Gece Rüzgarı (Ayrıntı yayınları) seçilmiş şiirleri ile yeniden bizlere merhaba dedi.
Zweig'in deyimiyle "Her zaman şairdir o, Ranier Maria Rilke, öteden beri şairdi. Yaşamında bu yüce unvanın ona ait olmadığı ve dünyanın onu böyle algılamadığı hiç bir başlangıç yoktur." Kitapta güzel şiirler var malum. Ancak bir "Akşam" şiiri var ki diyecek söz yok.
"AKŞAM
Akşam tebessümüyle örtüyor üstünü dünyanın
ve dünyanın güzel sevgili çocuklarının Dünya kendi yolluyor güneş ışınını istirahata:
'Git! Çocuklarımı daha fazla şımartma.'
Gidiyor o. Son bakışlarıyla kamaştırıyor gözünü
dünyanın. Sonra dönüp bakıyor bir defa daha geri
dağların orada. Dünya ise sesini çıkarmadan işaret ediyor ona,
yollayacağını, nicedir özlenen geceyi,
Bütün çiçekler düş sarhoşu,
yorgun başlarını yeryüzünün göğsüne taslıyor.
Sadece akşam, farkında kendi ihtişamının, son ışığının pırıltısını onun başına serpiyor.
Sanki övünerek saf altınla taçlandırmak istermiş gibi
Ne var ki dünya başını eğiyor ve ağlıyor apaydınlık gözyaşlarıyla. Susun! Sanki o böyle dua
ederek
gökyüzü ile anlaşıyor. "
Kendinden önce doğarken vefat eden bir kız kardeşin kaderini yaşamak zorunda bırakılan Rilke; bir dize için birçok kenti görmüş, hayvanları tanımış, kuşların nasıl uçtuğunu görmüş...
Kısacık hayatı boyunca hep şiirin peşinden koşmuş bir şairdir Rilke. Arıların bal yapması gibi bütün çiçekleri, burada kelimeleri ve hayatları demek daha doğru olur, yoklamış ve bir gül dikenine canını emanet etmiş. Şiir gibi bir hayat ancak bir şiir imgesi gibi son bulabilirdi. Nitekim bir diken son verdi onun hayatına...
“ Gül, ey saf çelişki
onca göz kapağının altında,
hiç kimsenin uykusu olmamanın hazzı"
Saf şiiri ve imgeyi tavizsiz kullanır şair. Şiir ancak böyle olur ona göre.
" ama çok geçmeden daha sabahına,
yaprakları dökülmüş hayat ağacına
arzular, umutlar, fikirler, tutunur,
Imge imge düş düş sarılır"
Aşkı da anlatır bir şarkı gibi bazen.
" Nasıl tutayım ki ruhumu,
Değmesin diye seninkine? Nasıl
Tutup da kaldırayım onu senin üzerinden başka şeylere
..."
Bir sofistike şairdi o. Hölderln ifadesiyle de " Hiçbir şey yapmadan kendi kendine ve kolayca ilahi eğitimden geçmiş ama yine de gökyüzü tarafından denetlenmiş ve inançlı" bir şairdi.
Şiirin en güzel halidir yeri geldiğince susmak. İşte, Rilke de bir susku şairi. Sözcüklerin bazen yerçekimine uğradığına ve kendiliğinden sustuklarına inanırdı. O hep susmayı emrediyordu. Şiirde çok gerek yoktur gevezelik etmeye. Şair doğayı, geceyi, kuşları susarak iyi izlemeli ve gizlenmeli ki sözcükler de susarak ve gizlice dökülsün... Aslında bütün şairlerin kaderidir yaşadığı zaman anlaşılmamak. Rilke de öyleydi. Çok anlaşılmadı. Ancak şimdi ne kadar sağlam şiir oluşturduğu daha iyi anlaşılıyor. Çünkü o  neyi anlattığına değil nasıl anlatması gerektiğine odaklanmıştı. Şiir bir işçilikti, yaşamdı, tek başına bir aşktı onun için... 

Vahdettin Oktay BEYAZLI

15 Aralık 2018 Cumartesi

"TİRYAKİ"SİNE SÖZLER

TİRYAKİ SÖZLER

"Aşkını kafi gören aşık değildir."

" Aşk bir oyundur ki sevimsiz arkadaşla oynanamaz."

"Budalalar meclisinde en zarif nükte susmaktır."

"Şiirde beceriksiz yenilik bile ustaca işlenmiş tekrarlardan üstündür."

"Şiir herkesin lakırdısı  olamaz: Vakıa ondan da sözden söze yürüyeceksiniz, fakat ilahi adımlarla."

"Su nesir ise şiir buluttur. Ve yükselirken içindeki tuzu, sodayı ve çamuru yerde bırakır."

"Şiir, insan dudağına ilk doğar gibi taze olmalıdır ve onda yeni bir dil dünyaya yeni bir fikir getiriyor sanmalıyız."

"Şiir tarih etmez kendi sesiyle ancak sözü çevirir eder."

 "Her şiir değil, eski şiirlere, kendisinden bir gün evvel doğan şiirlere karşı bile öldürücü bir sanat yeniliği göstermelidir."

"İlim bir türlü, cehil bin türlüdür. "

" Yaşamak her saniye biraz ölmektir."

Daha neler var neler... Ahlak, aşk, tabiat, şiir, edebiyat ve her haliyle insan...

İyi bir şairdir Cenap Şahabettin.  Elhan-ı Şita, Son Arzu, Makdem-i Yar, Temaşa-yı Leyal, Murg-ı Siyah, Yar-i Muhayyel, Yakazât-ı Leyliye vb. şiirler bunun göstergesidir. Tiryaki Sözler" ise herkesin çok rahatlıkla söyleyebileceğini zannettiği ve fakat sadece ona mahsus bir dil ve üslup ile söylenmiş güzelliklerdir...



26 Kasım 2018 Pazartesi

ANADAN DOĞMA GÖRMEYEN BİR GÖZÜN "EŞİĞİNDEKİ GERÇEKLER"

ANADAN DOĞMA GÖRMEYEN BİR GÖZÜN "EŞİĞİNDEKİ GERÇEKLER"

İslam Sonrası Türk Edebiyatına geçişin en mütavazı eserlerinden olan Atabetü'l-Hakayık; Edip Ahmed Bin Mahmud Yükneki tarafından Dad Sipehsalar Bey' e sunulur. Eserin kıymeti harbiyesi dönemin diğer eserlerine nazaran daha çok Arapça sözcüğün kullanılarak yazıldığı 40 beyit ve 101 dörtlükten ibarettir. Aruz ölçüsü kullanılan eserde toplam 14 bölüm yer almaktadır. Bu bölümler:
10 beyitin yer aldığı Tahmid,
5 beyitin yer aldığı Naat,
5 beyin yer aldığı sahabeye övgü,
14 beyitin yer aldığı Dad Sipehsalar övgüsü,
6 beyitin yer aldığı eserin yazılış gerekçesi,
12 dörtlüğün yer aldığı dilin muhafazası,
12 dörtlüğün yer aldığı dünyanın dönekliği,
10 dörtlüğün yer aldığı cömertliğin medhi,
7 dörtlüğün yer aldığı tevazu ve kibir,
6 dörtlüğün yer aldığı harislik,
16 dörtlüğün yer aldığı kerem ve iyilik,
21 dörtlüğün yer aldığı zamanın bozukluğu,
5 dörtlüğün yer aldığı kitap sahibinin özrü ve sonradan eklenelerden oluşmaktadır.

Eser ele aldığı konu bağlamında üzerinde sıklıkla durulan önemli bir kültür hazinesidir. Özellikle Uygur Türkçesinin 15. yüzyıla kadar etkisini gösterdiğini eserin  1480 tarihli nüshasından anlamaktayız.
Bunun yanı sıra benim en çok dikkatimi çeken de Ahmet Yükneki'nin kendi deyimiyle anadan doğma kör olduğudur. Eserde ama oluşunu ve fahriyesini şöyle ifade eder:

"(D 485-488)
toga körmez erdi edibning közi
tükedi bu on tört bab içre sözi
yagan bolsa yüglüg özesinde zer
anıng tuşı bolgay bu söznüng azı

(Doğuştan görmez idi edibin gözü
Tüketti bu on dört bölümde sözü
Fil olsa yüklü, üzerinde altın
Onun benzeri olur bu söz en az)

Vahdettin Oktay BEYAZLI

3 Ekim 2018 Çarşamba

ZORDUR HEP YENİ MEVSİMLERE TAŞINMAK

ZORDUR HEP YENİ MEVSİMLERE TAŞINMAK

İnsanoğlu ne çok alışkın yeni mevsimlere merhaba demeye. Evet, Şair-Yazar Serkan Türk bizleri bu güzel ve bir o kadar da farklı mevsimlere hazırlayanlardan bir öykücü.

Uzun zaman, içinde yaşayıp tesiriyle vakit geçirdiğiniz ve belki yeni dünyaları hayal ettiğiniz eski mevsiminize elveda deyip yeni bir mevsime merhaba demek ister misiniz? İşte size bu yeni mevsimi sunacak bir kitap.

Alışık olduğumuz anlatı yöntemlerinden bir hayli farklı üslup ve içerik ile ilk başta zorlandığım ancak okudukça daha benimsediğim bir öykü kitabı.

Kendini yazma sarkacında ölüme hazırlayan her yazar, dünyanın sonu gelmeden bir hamle daha yapmak ister. Yapılan her hamle, eskiyi yıkma veya değiştirip ilerletme amacında olabileceği gibi aynı zamanda yeninin de  habercisi olabilir. Hayatın akışına sözcüklerle destek olan sanatçı; heybesinden eksik etmediği ölümü, ayrılığı, hüznü ve gurbeti ancak aşk ile öteleyebilir.

Serkan Türk 'ün "insanlar ölür elbiseleri kalır geriye.", "Acı her yerdedir." ve "Kalbim oyuncak bir gemi senin sularında." cümleleri sanki şiirden kaçıp öyküye sığınma uğraşındalar. Günümüzde şiire belki de en yakın tür olan öykü, işte bunun için çoğu şairin yolunu kendine çeviriyor. "Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim" on iki öyküden oluşan sıkı bir kitap. Yazarın öykü kişileri; hayatın zorlukları içinde kalmış, aile hayatında sürekli bir değişim yaşamış, daima huzuru yakalamaya çalışan ama nedense hep bir huzursuzluk girdabına düşmüş, ölümü yanından hiç ayırmayan ve ölümle dünyayı anlamlı kılmaya çalışan özelliklere sahiptir.

Ölüm veya ayrılık gibi nedenlerle düzeni bozulmuş aileleri yani hayatta sürekli yaşanan kopuşları anlatan bir öykücü Serkan Türk. Bu kopmaların ve ayrılıkların acısını aşkla tamir etmeye çalışıyor yazar.

Öykülerini oluştururken yazar bilinç dışı, iç konuşma ve geriye dönüş gibi teknikleri kullanır. Bazen okuru zorlayan bu teknikler sağlam bir gözlem yeteneğine sahip olan Türk'ün okurdan bir beklentisi aynı zamanda. Hem okur hem de yazar yolda yürürken gördüğü  bütün çakıl taşlarını fark etmeli ve onları yolundan ayıklarken de durup hayatın akışını seyretmelidir.

Evet, zordur hep yeni mevsimlere yorgun bedenleri taşımak.

Vahdettin Oktay BEYAZLI

11 Eylül 2018 Salı

EĞİTİMİN TEMELİ VE TAMAMLAYICISI: KANT'IN "AHLAK EĞİTİMİ"

EĞİTİMİN TEMELİ VE TAMAMLAYICISI: KANT'IN "AHLAK EĞİTİMİ"

Aydınlanmayı her türlü inanç, ön yargı ve karanlıktan kurtulma(çıkış) olarak nitelendirir ünlü filozof Immanuel Kant. Alman felsefesinin bu öncü isminin hem dönemine hem de sonraki yıllara bıraktığı çokça eleştiri ve bilgi bulunmakla beraber, onun bilhassa eğitim bahsiyle alakalı söylemleri benim daha çok dikkatimi çeker.  Yakın zamanda okuduğum "Eğitim Bir Kitle İmha Silahı'nda yazar John Taylor Gatto; Almanya' dan (Prusya) ithal edilen Amerikan eğitimindeki 'zorunlu eğitim'e o eğitimin içinden çıkan birisi olarak ciddi manada eleştiri getirir. Ancak üç yüz sayfalık kitap boyunca ortaya attığı bu eleştiriye nedense bir teklifte bulun/a/maz. Sayfalar boyu farklı örnekler üzerinden eğitim ve öğretimi birbirinden ayırma gereği bile duymadan eleştiri okları yöneltir. Okur olarak hep bir teklif beklentisiyle beklediğimiz daha sonraki sayfalar ancak kitabın son sayfasına getiriyor bizi. Gatto'dan çok önce yaşamış 18. Yüzyıl Aydınlanma filozofu Kant ise üzerinde durduğum eserinde zorunlu eğitimin yani okulda eğitimin öneminden bahseder.
İnsanın eğitime ihtiyaç duyan tek varlık olduğunu ifade eden Kant, yine insanın bebeklik (bakım ve beslenmeye muhtaç olduğu dönem), çocukluk (talim ve terbiyeye muhtaç olduğu dönem) ve talebelik (tahsil ve irşada muhtaç olduğu dönem) diye ayırdığı üç eğitim döneminden bahseder. Evet, insandır sadece eğitime muhtaç olan. "Sözgelimi örnek olarak ayıkulağını (ayıpençesi) ele alalım. Bir kökten filizlendiğinde bu bitki sadece tek renkte çiçekler açar; ama tohumdan filizlendiğinde çiçekler çok değişik renkleri ihtiva eder. Tabiat bitkiye bu çok çeşitli tohumcukları yerleştirmiştir ve bunların gelişimi sadece bir uygun ekim ve dikim meselesidir. O halde bu, insan için de böyledir. " (Kant, 2016 ; s. 39)
Eğitiminin öneminden bu şekilde  bahseden Kant, öncelikle insanın eğitim yoluyla disiplinini, kültürel donanımını, ayırt etme yeteneğini ve ahlaki terbiyesini  geliştirilebileceğini söyler. Bunlarla beraber birey zaten kendisinden beklenen "düşünmeyi öğrenme" kazanımını da elde etmiş olacaktır.  Tabii ki bu insan, söz konusu yetileri elde etmek için bir kılavuza diğer bir ifadeyle tecrübeye ihtiyaç duymaktadır. İşte burada devreye hem aile hem de okul yani öğretmen girer.
Kant kitap boyunca, felsefesinden çokça etkilendiği Russo'nun 'Emile'i gibi bir bireyi çocukluktan yetişkinliğe kadar götürür.  Bebeklik dönemindeki bakım ve gözetimden, çocukluk dönemindeki terbiye ve oluşumdan ve daha sonraki mizaç özelliklerinden yeterince bahseder. Bu çerçevede çocuğun ilk önce itaat etmeyi öğrenmesi gerektiğini ve sonrasında da özgür iradesini nasıl kullanması gerektiğini ortaya attığı gerçekçi tekliflerle açıklar.
Kant eğitimi fiziki eğitim, kültür(öğretim) eğitimi, ruh eğitimi, ahlaki eğitim ve pratik eğitim olarak tasnif eder.
>Fiziki eğitim; çocukların bakım ve gözetimine dayanan, doyurulup beslenmesiyle devam eden ve genellikle dadı ile ebeveynler tarafından üstlenen eğitimdir. Bu kısımda yazar; çocuğun  beslenmesinden, uyutulmasından, ağlama davranışından ve  alışkanlık oluşturan diğer bazı davranışlardan örnekler verir.
>Kültür (öğretim) eğitimi; fiziki eğitimin müspet tarafını oluşturmaktadır. Aynı zamanda yazar beden eğitimini ve bireyin kendi kendine öğrenebilme egzersizlerini bu başlıkta ele alınır.
>Ruh eğitimi ahlaki eğitimle beraber düşünülmelidir. Çünkü bir insan ruh eğitimini ne kadar yüksek mertebede almış olursa olsun ahlaki  eğitimini tamamlayamışsa bu insan kötü bir birey olarak kalacaktır. Çünkü bu, insanın tabiatını esas alan ruh eğitimiyken özgürlüğünü esas alan da ahlak eğitimidir.  Ruh eğitiminde çocukların kendilerini ifade etmelerine fırsat verilmeli ve özellikle 'Sokrat yöntemi' denilen soru cevap tekniği bu amaçla kullanılmalıdır. Ruh eğitiminde hayal gücünün geliştirilmesine de önem verilmelidir.
>Kant denince akla daha çok ahlak eğitimi gelir. Buna rağmen  kitaptaki ahlak eğitimi kısmının kısa olduğunu hatırlatmak gerekir. Ancak şunu da ifade edelim ki eğitimin bir bütün olarak değerlendirildiği bu kitapta konu başlığıyla alakalı değildir her söylenilen. Dolayısıyla diğer başlıklar altında da ahlaki eğitimin üzerinde sürekli durulmuştur. Kant, ahlaki eğitimin kesinlikle disiplin üzerine kurulması gerektiğini söyler. Çünkü ahlaki eğitimin amacı o zihni eğitmek ve insanı düşünmeye hazırlamaktır.
Günümüz insanın en temel problemlerinden olan yalan söylemek bir ahlak konusudur. Bunun için çocuklara yalan söylediğinde aşırı tepki verip kızmak veya çocuk olduğu için hiçbir  şey söylememek yanlış bir yaklaşımdır. Doğru olan ise çocuğa yalan söylediğinin hissettirilmesi ve bu davranışı nedeniyle gelecekte ona kimsenin artık inanmayacağının anlatılmasıdır.
Ahlaki eğitimin bir diğer önemli kısmı da şahsiyet meselesidir. Kesinlikle cezaya yer verilmeden dakik olmaya ve kurallara uymaya riayet etmesinin sağlanması, çocuğun şahsiyet kazanmasında ona yardımcı olacak en önemli hususlardır. Çocuklar, cezanın onları aynı davranışı yapmaktan ıslah ettiğini bilmelidirler. Çünkü eğer bu ayırımı farkına varılmazsa ceza boşuna yapılmış olur.
Ahlaki eğitimde utanma duygusunun kritik döneminin gençlik döneminde olduğunu bilmek gerekir. Yani bebeklik ve çocukluk dönemi utanma/haya eğitimi için çok erkendir. Çünkü birey ince özsaygıya sahip olur sonra bu saygı neticesinde haya duygusu gelişir.
>Kant, şimdiye kadar sıraladığı eğitim aşamalarını geçen bireyin artık öğrendiklerini uygulamaya koyma vaktinin geldiğini ve bu vaktin de pratik eğitim olduğunu ifade eder. Birey bu pratik esnasında becerikli/mahir, akıllı/basiret sahibi ve ahlaklıdır artık. Bu aşamada insan hem kendine hem de topluma karşı yapması gereken ödevleri yerine getirir. Birey, artık yalan söylemez, çünkü bu davranışın insan vakarına aykırı olduğunu bilmektedir. Birey artık daha cömerttir, çünkü o erdeme ve dini olgunluğa erişmiştir. Tevazu sahibidir birey, çünkü kendi ahlaki kıstası ile mukayese edebilecek noktaya erişmiştir.
Bir eksiklik gibi düşünülse de Kant din eğitimiyle alakalı  düşüncelerini bu başlık altında verir. Yazara göre din eğitiminde önce ahlak sonra ilahiyat gelmelidir. Ayrıca dini yasaklar veya kurallar açıklanırken bunların aynı zamanda toplumsal düzeni sağlayan tabiat yasaları olduğunu belirtmek gerekir. Ancak bu şekilde birey tarafından bu  yasalar benimsenir ve uygulanır.

Aydınlanma felsefesinin en büyük temsilcisi Immanuel Kant'ın eğitim konusunda fikirleri bunlardan ibaret. Kant'a göre eğitim demek ahlak eğitimi demektir. Dolayısıyla ahlaki eğitimi yetersiz kişiler henüz olgunlaşmamıştır.  Kişinin hamlıktan çıkması yani olgunlaşması hem aydınlanması anlamına hem de ahlaki yeterliliğe çıkması/ulaşması manasına gelir.

Vahdettin Oktay BEYAZLI

8 Eylül 2018 Cumartesi

KELİMELERLE ÇOĞALAN "YALNIZLIKLAR"

KELİMELERLE ÇOĞALAN 'YALNIZLIKLAR'

Çoğu eleştirmen tarafından sonraki kuşaklara kalıcı eser bıraktığı noktasında fikir birliği yapılan samimi bir yazar Hasan Ali Toptaş'ın nesir metinlerindeki okuyucuyu etkileyen dilinin altında-sanırım- onun biraz da şair ruhlu oluşu yatar.
Yazarın, bu kitaptaki metinleri şiir olarak nitelememesine rağmen YALNIZLIKLAR bir şiir kitabı. Tabii ki şiirsel metinlerden oluşan bir kitap demek daha doğru olur bana göre. Ancak günümüzde şiir diye piyasa sürülen çoğu eserin kat be kat üstünde Hasan Ali'nin metinleri. Aslında tek bir şiirin numaralandırılmış bölümlerinden oluşuyor kitap.
Hasan Ali Toptaş okumamış ve okuma planı yaparken hangi eserden başlayacağını henüz belirlememiş okurun, yazarın dilini ve az çok üslubunu tanıması adına bu kitaptan başlamasını acizane tavsiye ederim. Çünkü diğer kitaplarına rağmen hem bu kitabı okumak daha kolay hem de şairin üslubuna daha erken yetişiyorsunuz bu kitapta.
Toptaş, yalnızlığı bir çocuğun anne baba tarafından büyütülmesi gibi büyütüyor ve kendince eğitiyor, sonunda da onu susma noktasında sabrını geliştirmiş cesaretli bir birey haline getiriyor.
 "Yalnızlık bir çocuktur
kirlenir dili dışarının diliyle
eli kirlenir
yönü kirlenir."
Şair(yazar), yalnızlığın tek başına bir kelime olmadığını ve bütün kelimelerden oluşmuş tek bir kelime olduğunu ifade eder. Çünkü:
 "yalnızlık kendimizi alıp kaçtığımız
dilsiz bir attır, yelesi bakışlarımızda
savrulur hep, nal sesleri duruşumuzda..."
Şiir, çoğu öykücü ve romancının sığındığı bir liman olmuştur hep. Yani bazı yazarlar bir şekilde şiir yoluna uğramışlardır. Sait Faik, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ömer Seyfettin, Sabahattin Kudret ve Sabahattin Ali bu isimler içinde en çok bilinenler. Toptaş da roman ve hikaye yazmasına rağmen şiirde bir soluk almış ve daha sonraki metinler için dil veya üslup değişimine buradan başlamıştır.
"yalnızlık alıp karşına kendini
öteki kendinlerle konuşmaktır
...
kimi zaman da öldürmektir
içlerinden sana en çok benzeyeni
benzemiyor diye" yalnızlığı şiir boyunca başka başka unsurlara benzeten Toptaş, bu noktada aşk, ölüm, korku, insan ve yalnızlığın yine kendisi en çok başvurduğu kavramlardır.
"Ölümün yalnızlığı yoktur ama
ölüm bir başına yalnızlıktır.",
"Aşklar ki-ah aşklar
 yalnızlığımız kadardır.", şair bazen de kendini kendi sesiyle susturmak ister:
"Bütün şarkılar aynı makamda okunur
ayrı makamda dinlenirmiş
ve susmak da bir şarkıymış
bilmiyordum
Ben yalnızlığı ne sanmıştım bu keresinde" der son sözünü söyler.
Toptaş'ın öykü ve romanlarındaki sanatı dili hakikaten onun şiir yeteneğiyle alakalıdır. Okurun bazen metnin içine dahil olmasını zorlaştıran bu üsluptur. Tabii ki sanatçının etkilendiği akımın tesirini de unutmamak lazım.
Hasan Ali Toptaş, son dönem yazarları içerisinde İhsan Oktay  Anar'la birlikte roman sanatını dil, kurgu ve üslup açısından hakkıyla konuşturan önemli bir yazarımızdır.

Vahdettin Oktay BEYAZLI

7 Eylül 2018 Cuma

EĞİTİM BİR KİTLE İMHA SİLAHI MI YOKSA İRŞADA GÖTÜREN BİR KILAVUZ MU?

EĞİTİM BİR KİTLE İMHA SİLAHI MI YOKSA İRŞADA GÖTÜREN BİR KILAVUZ MU?

Alışılmış tabirle anne karnında başladığı sanılan eğitim, aslında anne ve babanın evlat sahibi olmak istedikleri an kafalarında oluşturduğu düşünce ve yüreklerinde hissettikleri duygularla  başlar.  Anne-babanın çocuğuna vermek istediği eğitim ile toplumun bu bireye vermek istediği eğitim daima farklılık gösterir. Temelde aynı amaç var olsa da çıktısı ve gizli amacı farklıdır.
Devlet ve sistem, bireyin alışılmış düzen içindeki dişliyi tamamlasını, bazen özgür düşüncesini yani sesini yükseltmemesini kısaca pasif hale gelmesini isterken; aile  hem topluma hem de bireyin kendisine yarayan bir seviyeye ulaşmasını, beraberinde de ekonomik açıdan bağımsız olmasını bekler.
Bu amaçlar neticesinde kitle imha silahı eğitimle okula hapsedilen birey kendi doğal yaşamından uzaklaştırılmış ve sırtını toplumun tabi gerçeklerine dönmüştür. Oysa aile bu eğitimin  bir İrşad vazifesi görmesini ve bireyin hayatın olağan realitesine uyum sağlasını ister.
Külli irade ile dünyaya bir amaç için gönderilen insan ise cüzi iradesini kullanıp yukarıdaki  bu iki amacın dışına çıkıp kendi yolunu kendi bulmalıdır, kendini ve yaratanını bilmelidir.
Dünyanın modernist bakışından gelenekle geleceği buluşturabilen bir birey,  hayatta eğitim dahil insan olmak dışında hiçbir şeyin zorunlu olmadığını bilir.
Günümüz dijital dünyasında artık bilginin ve değerin her yerde olduğunu ve dolayısıyla eğitimin de her yerde olması gerektiğini savunan bu kitap zorunlu eğitim konusunda ortaya koyduğu eleştirilere talep üretmeyen bir eksiklikle soru işareti bırakıyor okurun kafasında.
Benzer eleştirilerin kendi yazarlarımız tarafından yüz yıldır yapılageldiğini hatta bu eksik ve kusurların doğrularının dahi gösterildiğini hatırlatıp ithal eğitim sistemine ve bu sistemin ithal eleştirisine ihtiyacımızın olmadığını son söz söylüyorum...

Vahdettin Oktay BEYAZLI

2 Eylül 2018 Pazar

ADI HİKAYE ANCAK İÇERİĞİ ROMAN OLAN BİR KİTAP

ADI HİKAYE ANCAK İÇERİĞİ ROMAN OLAN BİR KİTAP

Servetifünun neslinin ve modern Türk romanın  büyük ismi Halit Ziya Uşaklıgil, İzmir'de kaleme aldığı ilk iki romanı Sefile ve Nemide sonrasında 1888'de "Hikaye" adında bir de makale kaleme alır.
Tanzimat dönemiyle edebiyatımıza girmeye başlayan roman türüyle alakalı ilk ifadeler Namık Kemal'in İntibah romanını değerlendirdiği Celal Mukaddimesi'nde geçer. Ancak bu dönem itibarıyla roman türü hikaye türünden kesin çizgilerle tam olarak ayrılmadığından roman yerine genel manada hikaye denmiştir. Tıpkı Kemal gibi Halit Ziya da hem eserine hem de roman türüne hikaye demiştir.
Halit Ziya ilk olarak İzmir'de Tevfik Nevzat'la çıkardığı Hizmet gazetesinde tefrika ettiği  bu makaleyi daha sonra 1891'de kitap haline getirmiştir.
Yazar kitapta öncelikle roman türünün Batı'daki gelişim evrelerini Kadim Zamanlar, Orta Çağ ve Yeni Zamanlar olarak belirledikten sonra Hakikiyun dediği realizm akımının beş büyük temsilcisi olan Balzac, Flaubert, Goncourt Kardeşler, Emile Zola ve Alphonse Daudet' i tanıtır okuyucuya. Yazar bu tanıtım esnasında bu isimlerin hem hayat hikayesinden hem de eserlerinden örnekler verir.

Eserin sonraki bölümlerinde makalenin asıl yazılış gayesi olan romantiklerin ve realistlerin karşılaştırılmasını görürüz.  Meslek-i Hakikiyun dediği realist akımının ana özelliklerini örnek metinler eşliğinde veren Uşaklıgil; Meslek-i Hayaliyun dediği romantiklerin de realistlerden eksik olan taraflarını kısaca belirtir.  Eserde realist ve romantiklerle beraber birkaç yerde ismi anılan Masalcılar diye nitelendirdiği bir grubun zayıf yönlerine de değinen yazar makalenin son kısmında asıl söylemek istediğini söyler:
"Evvel emirde şurasını izah edelim ki biz bu makaleyi iki suretle yazdık, tarafsız ve taraflı. Tarafsız yazdık, çünkü erbab-ı mütalaaya hakikiyunu tercih etmek mecburiyetini yüklemek fikrine hizmet etmedik. Taraflı yazdık, çünkü neticesinde fikr-i mahsumuz olmak üzere hakikiyunun hayaliyuna üstünlüğünden bahsedeceğiz. " (Uşaklıgil, 2017; 127)

İçeriğinden kısaca bahsettiğim bu kitapta Halit Ziya; romantik akımın gerçekçi olmayan tahlil ve tasvir anlayışına karşı çıkmakta ve romantikleri edebiyatın hayali unsurlarını ön plana çıkardıkları yönünde eleştirir. Oysa realistler eserlerindeki kişi ve mekan tasvirlerinde o kadar gerçekçidirler ki hayatın bir noktasından çıkıp da gelmiş gibidirler. Öyle ki Balzac'ın hikayelerindeki kişilerin kalbinin altında bir yürek çarptığı anlaşılır. Çünkü o kadar gerçekçidir bu eserler.

Kendisi de Türk romanının en önemli realistlerinden olan Halit Ziya'nın hem ürün verdiği bir tür olan roman konusunu ele alan bir makale kaleme alması hem de bağlı bulunduğu bu akımın özelliklerini sıkı sıkıya desteklemesi her sanatçıda bulunması gereken bir meziyettir.

Eserde göze çarpan en önemli noktalardan birisi de Halit Ziya'nın o dönemde sadece Ahmet Midhat Efendi'yi romancı olarak kabul etmesidir. Onu da romantik akımının bir temsilcisi olarak görür. Zaten yazarın küçüklüğünde dedesine evde Ahmet Midhat romanları okuduğunu daha evvelinden bilmekteyiz.

Büyük nesir üstası Halit Ziya'nın edebiyat anlayışını, tasvir ve tahlil yeteneğinin nereden geldiğini anlamanın ve en önemlisi de realist akımın baskın özelliklerini ve temsilcilerini önemli eserleriyle öğrenmenin en güzel yolu işte bu küçük hacimli kitaptan geçer. Adı hikayedir ama içeriğinde romandan bahseder.

Vahdettin Oktay BEYAZLI

20 Haziran 2018 Çarşamba

BİR HÜZNÜN MESNEVİSİ



"üfleyeni kalmamış bir kınalı kaval kadar mahzun" bir şair: İLHAMİ ÇİÇEK

Yayın hayatına yeni başlamasına karşın çıkardığı seviyeli kitaplar ile dikkat çeken Ketebe yayınlarının en özel kitaplarından biri bana göre "Bu Hüznün Mesnevisi"dir. Eser İsmail Kılıçaslan editörlüğünde  Mayıs 2018'de okuyucuyla buluştu.
....

Hüznü, aşkı, umudu, hayatı,  ölümü ve daha birçok meseleyi farklı ele alan bir şair İlhami Çiçek. Şiirin en verimli çağında sözcükleri hüznün girdabına terk ederek ardında özgün şiirler bırakan yalnız bir şair... Evet, Çiçek hakikaten özgün bir şair.  "Leyla" adlı şiirinden yukarıya alıntısını yaptığım dize bile bunu çok net bir biçimde göstermektedir. Kaldı ki şairin en bilinen ve beğenilen 'Satranç Dersleri' gibi şiirlerinin dışında bir şiirdir bu.
...
Henüz lise öğrencisiyken Adımlar dergisinin açtığı yarışmada "Otel Odası" şiiri ile birincilik kazanan şairin bu şiirini Necip Fazıl Kısakürek'in "Otel Odaları" şiiriyle birlikte okumak bambaşka bir tat veriyor okura...
...
Sıkı bir şair İlhami Çiçek. İyi şiirleri ve özgün dizeleri var. Şair ve şiiri ödül ile belli olmaz ancak yine de ben o şiirin bir dörtlüğünü paylaşmak istiyorum.

OTEL ODASI
(...)
"Donuk bir çeşme gibi sakin kırık sandalye
Sanki hasta bir nağme elimdeki defterim
Bin bir anıyla dolmuş boşalmış küçük dolap
Hayatından usanmış kirli elbiselerim "
(...)


Vahdettin Oktay BEYAZLI

YAZIN DÜNYASINI DEVİNGEN Kılan "İMGESEL İLETİŞİM"

YAZIN DÜNYASINI DEVİNGEN KILAN"İMGESEL İLETİŞİM" Dil her sanatçının(yazar/şair) ana sermayesidir; ilk ve son durağıdır. Bu...